21 Mayıs 2010 Cuma

II. İran Seferi, Bölüm 3


Tebriz'e güneşin ışıklarını arkamıza alarak giriyoruz. Taksi bizi şehir merkezine bırakıyor. Elimizde rehber kitap olduğu halde kahvaltı yapacak yer arıyoruz. Sokaklar ağırdan hareketlenmeye başlıyor. Dükkan kepenkleri ve öğrenciler sabahı derin uykusundan uyandırıyorlar. Yeni açılan dükkanların birine kafamızı uzatarak " çayhane " soruyoruz. Tarif ediyorlar. Merdiven ile alt kata iniyoruz. Çayın ve sıcak suyun buharının ısıttığı yer altı mahzenine iniyoruz sanki. Hemen bir yere ilişiyoruz. İki çay ve yanında yiyecek birşeyler istiyoruz. Çayımız lavaş ve peynirle beraber geliyor. İran'da en büyük hayal kırıklığı yemek konusundadır. Buna ekmek de dahildir. Türkiye'de yenen güzel somunları burada bulamazsınız. Ekmek namına bulacağınız tek şey lavaştır. Fırınlarda sadece lavaş yapılır. Lokantalarda sadece lavaş verilir ekmek olarak. Kahvaltımızı yaparken çayhanenin sahibi çayları tazelerken nereli olduğumuzu soruyor. İstanbul'dan geldiğimizi söylüyoruz. Gözlerinin içi gülüyor. Bülent ile günün programı hakkında konuşuyoruz. Tahran'a tren bileti alıp Tahran üzerinden İsfahan'a geçmeyi kararlaştırıyoruz. Hesabı ödemek için kasaya yaklaşıyoruz. Ne kadar tuttuğunu soruyoruz. Çayhanenin sahibi "borcunuz yok, bizdensiniz" diyor. Ama burada gelenek böyledir. Yabancıysanız ve para ödenecek bir durum varsa ilk seferde kabul etmezler. Bundan dolayı biraz ısrar etmeniz gerekir. Daha evvelden bunu bildiğimden ısrar ediyorum ne kadar diye. Çayhanenin sahibi "borcunuz yok bizdensiniz" diyor tekrar ve " Ben İstanbul'a gelsem bana ödetir miydiniz?" diye soruyor. Bülentle ikimiz birbirimize bakıyoruz. Hadi gidin diyor çayhanenin sahibi. Biz de sıcak mahzenden şehrin serinliğine çıkıyoruz. Rehber kitabın eşliğinde seyahat acentası arıyoruz. Firdevsi caddesi boyunca yürüyoruz. Yolda yaşlı bir teyze elime bir çanta ekmek tutuşturuyor. Ben ilk başta neler olduğunu anlamaya çalışırken diğer elinde de aynı ağırlıkta bir ekmek çantası olduğunu ve benden yardım etmemi istediğini anlıyorum. Yolumuz üzerinde nereye kadar gidersek götüreyim diye düşünüyorum. On yahut onbeş dakika aynı istikamette yürüdükten sonra yollarımızın ayrıldığını söylüyorum ve ekmek çantasını geri veriyorum. Başka bir caddeye giriyoruz. Rehber kitabın tarifine göre bir acentanın olması gereken yere geliyoruz. Fakat acentayı kapalı buluyoruz. Kitaptan başka bir acentaya bakıyoruz. Zaman kazanmak için taksi ile gitmeyi kararlaştırıyoruz.Bir taksi durduruyoruz.

Hiç yorum yok: